John Lennon, Gandi ikilisini mi tercih edersiniz, yoksa Hitler, Stalin ikilisini mi? Aramızdaki Neo-Nazi arkadaşlar ve Sovyet hayranları dışında çoğumuzun tercihi bellidir aslında. Tarihin adeta birer canavardan bahseder gibi yazdığı insanlara sempati duymayız. Neden ve kimler tarafından bu insanların şiddet sembolüne dönüştüğü de ayrı bir tartışma konusu. Fakat hepimizin içinde bir "şiddet vs barış" veya "nefret vs sevgi" savaşı vardır. İnsan çelişkileriyle güzeldir ve bu özelliği ile hayvandan ayrılır.
Bu film de çelişkileriyle güzel. Filmde bir yanda Holywood klişesi olarak dalga geçilen şiddet sahneleri işlenirken, diğer yanda klasik müzik eşliğinde eşsiz doğa sahneleri var. Bir tarafta silahlar diğer tarafta tatlı birer köpek ve tavşan var.
Filmin ilk yarısı bol kan ve aksiyonla geçerken, ikinci yarısında tansiyon düşüyor ve karakterlerle birlikte düşünmeye, olayları sorgulamaya başlıyoruz. Bu kısım bana "Beat Kuşağı" edebiyatını hatırlattı. Çölde, kayalıklar ve tropikal ağaçlardan başka hiçbir şeyin olmadığı geniş boşluklarda, karakterler uzun uzun konuşarak kendi iç hesaplaşmalarını tamamlıyorlar. Başlarda karakterler arasında iyi bir anlaşma söz konusu iken, daha sonra çatışmalar ve ayrılmalar başlıyor. Vietnamlı Budist kendi aydınlanmasını ve arınmasını yaşayıp huzurlu(!) bir şekilde öldüğü halde, diğer karakterlerin sonu istemeden de olsa şiddetle bitiyor.
Filmin en sevdiğim kısmı "Suç ve Ceza" kitabına yapılan referanslardı. 2. psikopatın kızını öldüren katil, Raskolnikov'a bilinçli bir şekilde benzetilmeye çalışılmış sanki. Cinayeti baltayla işlemesi, cinayetten sonra dayanamayıp polise teslim olması, hapishanede İncil'i okuması...
İlk filmiyle herkesi şaşırtmış bir yönetmen Martin McDonagh. Nasıl tanımlayabilirim In Bruges filmini bilmiyorum. Mizah yeteneği de olan fakat bunu kısıtlı kullanan, melodram yüklü bir film diyebilirim. Çok özel bir sahnesi vardı. Silahların bu kadar güzel kullanıldığı bir sahne hatırlamıyorum. Yönetmenin zekasına ve yaratıcılığına hayran kalmamak elde değil. Bu filmin ardından eleştirmenler ve sinemaseverler tarafından çok büyük beklentiler oluştu yönetmene karşı. İstemeden ilk filmiyle kıyaslıyorum Seven Psycopaths'ı ve beklentilerimi çok da karşılayamadığını görüyorum. Genel olarak orijinal bir fikir gibi görünse de filme ayrıntılarıyla baktığımızda filmin çok da dolu olmadığını düşünüyorum. Başta çelişkileriyle güzel demiştim ama, film ikiye bölündüğü için bütünlük sağlanamıyor ve başarısız bir denemeye dönüşüyor. Aslında yönetmen yarattığı baş karakterle kendi durumunu, yazma sıkıntısını anlatıyor. Bu konuda samimi ama maalesef film, iyi yönetmenlerin aralarda verdiği tavizlerden birine dönüşüyor.
Yine de keyif alınarak ve tekrar tekrar izlenilebilecek bir yapım. Beklemediğimiz filmlerde birden çıkıp bizi şaşırtan Tom Waits (her ne kadar tanınmayacak kadar yaşlanmış olsa da) de artısı. (6/10)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder