4 Aralık 2013 Çarşamba

Apocalypse Now (1979) - İçimizdeki Dehşet ve Ortaya Çıkışı

Yolculuk temasına, karakterin yolculuğun sonunda kendini keşfetmesine, aradığı şeyin aslında kendisi olduğunu fark etmesine doğu klasik edebiyatından alışığız. "Mantıku't-Tayr" ve "Hüsn ü Aşk" bu konuda ilk akla gelen önemli eserler. Her ne kadar yönetmen Francis Ford Coppola'nın, doğu, doğa ve mistisizm gibi kavramlarla pek alakası olmasa da, filmin uyarlandığı Heart of Darkness romanının göz önünde bulundurulmasını, bu sebepten de filme antimilitarist yönünden çok tasavvufi bir yolculuk olarak bakılması gerektiğini düşünüyorum.

The Doors'un saykodelik şarkısı The End eşliğinde, Yüzbaşı Willard bir otel odasında dinlenirken başlar film. Tavandaki pervanenin dönüşü ile helikopter pervanesinin dönüşü birbirine karışır ve film daha başlangıcında, bizi neyin beklediğini anlatma hevesindedir.


Ana karakterimiz Willard 1 haftadır dinlenmektedir. Karısından boşanmıştır. Savaşa ve savaşmaya o kadar alışmıştır ki ormanı (Vietnam) özlediğini söyler. Savaşın insan psikolojisinde açtığı derin yarayı gösteren bir sahnenin ardından Willard 2 asker eşliğinde otelden ayrılır. Gittiği yerde Willard'a gizli bir görev verilir. Yüzbaşının görevi, askerlikte giderek yükselen fakat savaş ilerledikçe kendi kurallarıyla oynadığı için komutanlarını memnun etmeyen ve insanlıktan çıkarak Kamboçya'da kendi kolonisini kurup savaşan iki tarafa da korku saçan Albay Kurtz'ü bulup, öldürmektir. Ona görevi anlatan komutanlarının yüz ifadelerinden görevin zorluğunu ve Willard'ı nasıl bir adamın beklediğini anlarız.

Nehirdeki bu yolculuk sırasında aradığı kişiyi, askeri belgelerden, fotoğraflarından ve oğluna yazdığı mektuptan tanımaya çalışır. Başlarda kafasındaki "ne gördü de acaba bu hale geldi?" düşüncesi, kendisinin de yolda karşılaştığı olaylar neticesinde değişir. Onu daha çok anladıkça ona hayranlık duyar. Kurtz kolay bir şekilde general olacağını bile bile bundan vazgeçmiştir ve kendi özgürlüğü için Yeşil Bereliler'e katılmıştır. Willard'ın hisleri, görevi alırken şaşkınlık ve korku iken yolun sonuna doğru bu hisler yerini meraka ve arzuya bırakır.


Saldırı ortasında sörf yapmak isteyen ve sabahları napalm kokusuyla uyanmaktan hoşlanan albay, delilik sınırındaki komutansız askeri grup, yaralı taşıyan helikoptere bomba atan Vietnamlı genç kız... Ve yaptıkları saçma hareketlerle ve nerede olduklarının farkında olmayışları ile ortalama Amerikan gençliğini, Amerikalıların dünyayla ne kadar alakasız yaşadığını tasvir eden genç askerler...
 
Kurtz'ün kolonisine girdikleri sahne, yerlilerin yavaş yavaş yolu açmaları... Sinema tarihinin unutulmazları arasına girmeyi hak eden, büyüleyici bir sahne. Amerikalı fotoğrafçı, Kurtz'den adeta bir peygamber bir derviş gibi bahseder. Kabiledeki diğer insanların yüzlerinden, ona Tanrı'ya tapar gibi taptıklarını anlarız. Willard sonunda ulaşır Kurtz'e. Kurtz onu karanlık bir ortamda, mistik bir şekilde karşılar. Özgürlükten bahseder, başkalarının yargılarından arınmış özgürlükten. Ben burada özgürüm, sen ise hala birilerinden emir alıyorsun demeye getirir. Albayların, generallerin koyduğu ahlaki kuralları reddettiğini söyler. İlginçtir ki savaşın kendisi ahlaksız bir olgu olduğu halde, insanlar savaşı bile kurallarına göre oynayıp, ahlaklı hale getirmeye çalışmışlardır.


Willard dönüşümünü tamamlar. Aslında bu bir dönüşüm değildir. Her insanın içinde bulunan kötülüğün ortaya çıkmasıdır. Aslında doğanın bir parçasıdır bu kötülük. Kurtz'ün kolonisindeki yerlilerin de pagan kültürüyle yaşadıklarını görürüz zaten.

Kurtz'ün gerçekleri görüp, yöntemini değiştirmesine gelirsek; (yine yaşadıkları çevre ve alışkanlıkları sebebiyle) Vietnamlıların savaşa daha dayanıklı olduklarını farkeder. Psikolojik olarak Amerikalılardan daha güçlüdürler. Çünkü içgüdüleriyle hareket etmeye alışkındırlar ve hiçbir duygu değişimi göstermeden, hiçbir yargılama yöntemine gitmeden kolayca adam öldürebilirler.

Willard, albaydan çok da farklı olmadığının ayırdındadır. İkisinin de tecrübe ettikleri savaşın gerçek yüzü onları aynı noktaya getirmiştir. Yine de görev bilinciyle albayı öldürür ve kısa bir süreliğine albayın yerine geçer. Kabile çoktandır yeni bir lidere ihtiyaç duyuyordur zaten. Kabilenin dışında ormanın da Kurtz'ün ölümünü istediğini Willard'ın ağzından öğreniriz. Sonuç olarak savaşın kazananı yoktur, amaçsız yere ölen insanlar, geri döndürülemez bir şekilde bozulan psikolojiler ve doğanın her şeye rağmen kendi döngüsüne devam ettiği gerçeği vardır.

"It's impossible for words to describe what is necessary to those who do not know what horror means." (9/10)

                           
                                                 "The horror... The horror..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

1. Geleneksel Tunç Kozalak Ödülleri

Selamlar! Yine film görmekten sıkıldığım, 2019 filmlerini eritmeye çalışırken işkence çektiğim, Twitter'da her gün başka film övülürken...