2015 yılında gösterime giren The Force Awakens, serinin yaşı kemale ermiş hayranları tarafından beğenilmemiş ve A New Hope'un (1977) kötü bir kopyası olarak görülmüştü. Star Wars evrenininin üçüncü üçlemesinin bu ilk filmi, genç kuşağın da ilgisiyle yüksek izlenme oranına ulaşmış ve Avatar ile Titanic'in ardından en yüksek gelir elde eden 3. film olma başarısını elde etmişti.* Sonuç olarak yapım şirketi Disney istediğini elde etmişse de yönetmen ve senarist değişikliğine gidildi. Serinin ikinci filmi için senaryo ve yönetmenlik görevi, Brick (2005) ve Looper (2012) filmlerinden tanıdığımız Rian Johnson'a emanet edildi. "Saga devam ediyor."
Star Wars filmlerinin klasiğine dönüşen "havada it dalaşı" sekansıyla açılan film, X-wing pilotu Poe karakterinin liderliğindeki Direniş hava kuvvetlerinin, İlk Düzen'in bir uzay gemisini patlatmak için giriştiği operasyon ile başlıyor. Poe üstlerini dinlemiyor ve sonuç olarak bazı kayıplar veriliyor. Bir ara film olan Rogue One'da (2016) Uzak Doğu kökenli oyuncuların kullanımı ve kamikazeyi hatırlatan intihar saldırıları, nedense bu filmde de devam ediyor. Orijinal üçlemede de prequelde de son anda yırtmak, son saniye golü tarzı sahneler olmuştur hep ama artık bu film ile kabak tadı verdiğini itiraf etmek gerek.
Yeni Cumhuriyet ve İlk Düzen arasındaki ufak çatışmalar paralelinde, senaryonun büyük kısmını kaplayan, Rey ve Luke arasında anlaşmazlıklarla ilerleyen öykü tek başına fena durmuyor aslında. Fakat bu süreç boyunca bazen Rey unutuluyor General Leia ve ekibi tarafından, bazen de Rey bu ekibi unutuyor ve bir kopukluk oluşuyor. Son Jedi olarak Luke'a sığınılması bir süre sonra birinci amaç olmaktan çıkıyor. Rey'in Jedi eğitimi alması gereği bile tam olarak işlenemiyor ve yarım kalıyor. Rey'in kendi geçmişini ararken karanlıkla buluşması da herhangi bir noktaya varılmadan geçiştiriliyor.
Karakter geçmişleri, gelecek motivasyonları ilk filmde verilmeyen Finn ve Poe karakterlerinin oturmasını beklediğimiz film, bu iki karakteri yanlış yollara sürükleyerek kahraman çizgisinden uzaklaştırıyor. Finn ve bu film ile seriye eklenen Rose karakterinin öykünün ana ekseninden kopuk macerası, bir spinoff kalitesi(zliği)nde aktarılıyor ve ufak bir kapitalizm eleştirisi sunuluyor. Maalesef bu eleştirinin sığ kalması, Star Wars ruhuna yakışmaması, gezegende yaşanan sömürünün fazla dramatize olarak sunulmuş olmasından ileri geliyor. Hatıratımızda Poe fazla hırslı ve heyecanlı bir karakter olarak, Finn ise geçmişte stormtrooper olmasından dolayı öfkeli olarak kalacağa benziyor.
Karanlık taraf, özellikle de Snoke karakteri, ürkütücü olmaktan çok uzak sunuluyor. Halbuki üçlemenin ilk filminde daha görkemli (hologram etkisi) bir Snoke karakteri vardı. Serinin fanlarını pek iplemiyor olacaklar ki Snoke'un nereden çıktığı, ustasının kim olduğu, nasıl güçlendiği, önceki filmde en çok eleştirilen "İki Sith Kuralı" gibi meseleler cevap verilmeden geçiştiriliyor. Kylo Ren ise yaşadığı kafa karışıklığına ilk filmdeki gibi devam ederek, güçlü bir karakter olmayı başaramıyor. Karanlık tarafın en olmuş denebilecek karakteri, General Lux belki de.
Rey ile Kylo Ren arasındaki telepati yollu diyaloglar, devamında karşılaşmaları ile gelişen birbirlerini ikna etme ve kendi taraflarına çekme çabası filmin ana eksenine oturacak, filmin iskelet olarak ayakta durabileceği bir düğüm ve çatışma olarak öne çıksa da, Snoke'un ölümü sonrası birden aynı tarafa geçmeleri daha sonra ise birbirlerine saldırmaları pek mantıklı görünmüyor.
Rey ile Kylo Ren arasındaki telepati yollu diyaloglar, devamında karşılaşmaları ile gelişen birbirlerini ikna etme ve kendi taraflarına çekme çabası filmin ana eksenine oturacak, filmin iskelet olarak ayakta durabileceği bir düğüm ve çatışma olarak öne çıksa da, Snoke'un ölümü sonrası birden aynı tarafa geçmeleri daha sonra ise birbirlerine saldırmaları pek mantıklı görünmüyor.
Bu süreçte bir avuç kalmış ve yakıtı bitmek üzere olan Direniş ordusu, hep son anda kurtuluyor, bir türlü kaçmayı beceremiyor. Bu durum bir kaç defa tekrar ediyor. Senaryonun özensiz yazıldığını kabul etmek gerek. Prenses Leia'nın uzayda süzüldüğü sahne ise sinema tarihinin en felaket sahnesi olarak tarihe yazıldı bile.
Orijinal üçlemedeki ruha yaklaşan tek kısım, Luke'un saklandığı Ahch-To isimli gezegenin bir adasında tanıştığımız yeni yaratıklar; Caretakers (tapınakların inşasından ve onarımından sorumlular), Thala-siren (bütün gün camış gibi yatıyorlar ve Luke'a süt veriyorlar) ve penguenleri andıran Porglar (Chewbacca'yı sinir etmekle meşguller). Star Wars evreninin özgün yönlerinden biri de ilgi çekici gezegenler, mekânlar ve bu gezegenlerin uzaylı sakinleridir. Bu bölümde sunulan yenilikler, The Empire Strikes Back'teki (1980) Hoth gezegenini hatırlatıyor.
Jedi Tapınağı yanarken Yoda ve Luke arasında geçen diyalog, filmin güçlü anlarından birisini oluşturarak "yeni" bir aşamayı geçildiğini müjdeliyor. Star Wars destanının kalbini oluşturan Jedi öğretisinin geçmişteki yanlıştan dönüp bir revizyona gitmesi bir gereklilikti ve daha güzel işlenemezdi sanırım.
Luke'un şairane vedası ise filmin en akılda kalıcı anı olarak ve Obi-Wan Kenobi'nin sonunu (Obi-Wan da Luke ve arkadaşlarına zaman kazandırmak için Darth Vader ile düello yaparak oyalamıştı (A New Hope); bu kez Luke bir oyalama taktiği olarak Kylo Ren ile düelloya giriyor) anımsatarak güzel hisler uyandıran tek kısım oluyor. Önceki filmde Han Solo'nun ismine leke düşürecek kadar kötü yazılmış-çekilmiş vedasını düşünecek olursak bir zeka-duygu parıltısı görmek sevindirici.
Serinin 2019'da vizyona girecek son filminin, sinema ile uzaktan yakından alakası olmayan J. J. Abrams'a teslim edilmesi sebebiyle pek heyecan ile beklenilmediği açık. Serinin yaratıcı George Lucas'ın Disney'e teslim olması, çoktan serinin kaderini belirlemiş anlaşılan. Biz seri hayranlarına ise 1977-1983 tarihli yapımları tekrar tekrar izleyerek bu kıymetli filmleri baba yadigârı gibi saklamak görevi düşüyor. (6/10)
Serinin 2019'da vizyona girecek son filminin, sinema ile uzaktan yakından alakası olmayan J. J. Abrams'a teslim edilmesi sebebiyle pek heyecan ile beklenilmediği açık. Serinin yaratıcı George Lucas'ın Disney'e teslim olması, çoktan serinin kaderini belirlemiş anlaşılan. Biz seri hayranlarına ise 1977-1983 tarihli yapımları tekrar tekrar izleyerek bu kıymetli filmleri baba yadigârı gibi saklamak görevi düşüyor. (6/10)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder